30 Temmuz 2010 Cuma

Mesnevi Nazım şeklinin özellikleri

Arapçada "müzdevice" denilen mesnevi türü ilk olarak 10.yy'da İran edebiyatında ortaya çıkmıştır.Türk edebiyatına girişi 11. yüzyılda Yusuf Has Hacibin Kutadgu Bilig adlı yapıtıyla başlar.

MESNEVİ NAZIM ŞEKLİ ve ÖZELLİKLERİ

"Mesnevî", edebiyat terimi olarak ilk kez İran'da kullanılmış, fakat ilk örnekleri Arap edebiyatında verilmiştir.Türk edebiyatına ise İran'dan geçmiş ve 11.-19. yy.lar arasında bu nazım şekli ile pek çok eser verilmiştir...

"Mesnevî" sözcüğünün köküne inecek olursak, Arapça'dan (s,n,y kökünden) gelmiştir.

Mesnevî, kendi arasında kafiyeli beyitlerden oluşmuş bir nazım şeklidir (aa/bb/cc...). Beyit sayısı bakımından hiçbir kısıtlayıcı kurala bağlı değildir, iki ile on binlerce beyit arasında değişen bir genişliktedir. Gerek beyitler arasında kafiye bağlantısı bulunmaması gerek beyit sayısının sınırlı olmaması, şairlerin işledikleri konuyu istedikleri kadar genişletmelerine imkân sağlamış, bu yüzden de çok kullanılan bir nazım şekli olmuştur.

Yalnız, uzun olduğu için aruzun kısa kalıplarıyla yazılması genellikle tercih edilir.Hatta, aruzun fe'ûlün / fe'ûlün / fe'ûlün / fê'ûl kalıbına, Şehname vezni de diyoruz.Nedeni, İran Edebiyatında verilmiş olan bu eserin mesnevî nazım şeklinde verilmiş ilk olgun eser olmasıdır...

Mesnevî denilince akla iki isim gelir:

Birincisi, az önce dediğim Şehname'nin yaratıcısı, İran Edebiyatının ünlü isimlerinden Firdevsî; ikincisi ise Anadolu'da yuazılmış mesnevîlere örnek teşkil etmiş ve bu ürünleri etkilemiş, Mesnevî adlı eseri olan Mevlânâ Celâleddin-i Rumî'dir...

Mesnevînin yazılış planına da bakacak olursak, üç bölümden ibarettir.
Bu bölümler:

-Giriş,
-Konunun işlendiği,
-Bitiş bölümüdür...

Giriş Bölümü de şu sırayla oluşmaktadır;

1. Besmele

2. Tevhîd (Tanrı'nın birliğini konu edinmiş şiir)

3. Münâcât (Tanrı'ya yakarış)

4. Na't (Hz. Peygambere'e övgü)

5. Mi'râc (Hz. Peygamber'in Mirac'a çıkması)

6. Mu'cizât (Peygamberimizin mucizeleri)

7. Medh-i Çehâr-yâr (Dört halifeye övgü)

8. Padişah için övgü

9. Devlet büyüğüne övgü

10. Sebeb-i te'lîf (Bu bölüme "sebeb-i terceme" de denilebilir.Bu bölümde eserin yazılış ya da çevriliş amacı üzerinde durulur.Bir çeşit önsöz gibi..)

Konunun işlendiği bölümde değinilecek nokta ise, konusuna göre mesnevîlerdir...

Konusuna göre mesneviler;

- Dinî mesnevîler
-Tasavvufî mesneviler
-Ahlakî mesneviler
-Ansiklopedi niteliği taşıyan ya da belli alanlarda bilgi veren mesneviler...

Bitiş bölümü de genellikle belli bir sırayı izler:

1. Tanrı'ya "hamd ü sena" ve dua;
2. Sultana övgü ve saltanatının devamı için dua;
3. Şairin eseriyle ve şairliğiyle övünmesi;
4. Tanınmış mesnevi şairleri ve eserlerini anma;
5. Şairin eserine verdiği ad;
6. Hasetçilere, acemi ve dikkatsiz müstensih (= bir eseri aslına uygun
olarak kopya eden kişi)lerle metni doğru dürüst okuyamayan okuyuculara yergi, bunların esere vereceği zarardan Tanrı'ya sığınma;
7. Mesnevinin beyit sayısı;
8. Mesnevî'nin yazılışıyla ilgili tarihler;
9. Okuyucudan hayır dua isteme;
10. Mesnevinin vezni.


Düzenleme: P.P.

Kaynak: ÜNVER,İsmail.Türk Dili Dergisi (Türk Şiiri Özel Sayısı),1986.
"Hamse" ne demektir?

Mesnevî şairlerinin bir kısmı Nizâmî'yi örnek alarak beş mesnevî yazıp "Hamse" (beş) meydana getirmişlerdir. Hamse'ye "Penç-genc" de denilmektedir...

Mesnevî sayısını altıya çıkarıp "Sitte"(altı) yapan şairler de vardır...

Eski Edebiyatta mesnevî yazanlar küçük görülürdü, bunun nedeni de o dönemde gazel ve kasidenin daha önemli olarak görülmesidir...

Türk Edebiyatında Mesnevi...

Türk Edebiyatında ilk uzun mesnevî 11. yüzyılda Yusuf Has Hacib'in Kutadgu Bilig adlı eseridir... Bu eserin yapısına bakıldığında uygun yerlere dörtlükler yerleştirilmiş, sonunda da kasideye benxer parçalar konulmuş, 6645 beyitten oluştuğu görülür.

Başında münâcât, nât ve eserin sunulduğu Tabgaç Buğra Han'a övgüler ile başlar. Bu yapısına bakıldığında eksiksiz bir mesnevî örneği görmemiz mümkündür...

13. yüzyılda Mevlânâ'nın yazdığı 25.618 beyitlik Mesnevî-i Mânevi adlı eseri Farsça olduğu halde önceden de belirttiğim gibi Türk şairleri üzerinde, Anadolu'da derin etkiler bırakmış ve örnek alınmıştır.

13. yüzyıl sonunda Şeyyâd Hamza'nın yazdığı Yusuf u Züleyhâ adlı 1529 beyitlik mesnevî de ilk aşk mesnevîsidir...

14. yüzyılda Anadolu'nun önemli mutasavvıflarından Yunus Emre de Risâletü'n Nushiyye adlı eserini mesnevî olarak yazmış ve bu eser 573 beyitten meydana gelmiştir...

Âşık Paşa'nın 12.000 beyitlik Garîbnâme eseri Mevlânâ örnek alınarak yazılmış hikayeler ve içeriğindeki gazellerle ahlâkî ve tasavvufî bir eserdir...

15. yüzyıldan itibaren Türk edebiyatında mesnevî hızla gelişmiştir.Bu dönemde Ahmed-i Dâ'i'nin Çengnâme'si, Süleyman Çelebi'nin Mevlid'i, Şeyhî'nin Husrev ü Şîrîn'i ve Harnâme'si unutulmayacak ve önemli eserlerdendir...

16. yüzyılda Türk Edebiyatında önemli mesnevî şairlerinin olduğu görülür...Tâcîzâde Câfer Çelebi'nin 3571 beyitli Hevesnâme'si, Ahî'nin ("Benli Hasan" olarak da anılır...) Hikâye-i Şîrîn ü Pervîz mesnevîsi, Revânî'nin İşretnâme'si, Hakîrî'nin Leylâ vü Mecnûn'u da dönemin önemli eserlerindendir...

Fuzûlî ve Mesnevî...

16. yüzyılda üstad Fuzûlî'dir...

440 beyitlik Beng ü Bâde adlı mesnevîsinde afyonla şarabı karşılaştırmış ve çeşitli yiyecek ve içecekleri kişileştirerek onları maceralara sürüklemiştir...

1535'de yazmış olduğu Leylâ vü Mecnûn (3036 beyit) eserini de mesnevî edebiyatının şaheserlerinden saymaktayız...

Bu eserinde, Leyla ile Mecnun'un tutuldukları maddi (dünyevî) aşkın daha sonra ilahî aşka dönüştüğüne tanık oluruz...

Sohbetü'l-esmâr (Meyvelerin sohbeti) adlı eseri de 200 beyitten oluşan bir mesnevîdir...
7. AŞK VE ÂŞIK
Her kimin yakası bir aşktan dolayı yırtılmışsa, o hırstan ve ayıptan tamamıyla temizlenmiştir.

Kimde aşk endişesi yoksa, o kanatsız kalmış bir kuş gibidir, vah ona!

Ey bizim sevdası güzel aşkımız; şad ol!..

Toprak beden, aşktan dolayı göklere çıktı; dağ (bile aşktan) oynamaya başladı, çevikleşti.

Yemyeşil aşk bağının sonu, ucu-bucağı yok; orada gamdan ve neşeden başka ne meyveler var!

Aşk dâvaya benzer; cefa çekmek de şahide. Şahidin yoksa dâvayı kazanamazsın ki!

Her ne kadar dille anlatmak aydınlatıcı ise de dile (gelmeyen) aşk, daha parlaktır.

Aşk seçkin erler için gemiye benzer. Gemiye binen kişinin bir âfete uğraması nâdirdir, çoğu zaman kurtulur.

Aşkın yüzlerce nazı, edâsı, ululuğu var. Aşk, yüzlerce nazla elde edilebilir.

Aşk vefakâr olduğu için vefakâr olanı satın alır. Vefasız adama bakmaz bile.

Aşkın beş yüz kanadı vardır. Her kanadı, arştan yer altına kadar bütün kâinatı kaplar.

Aşk, denizi bir çömlek gibi kaynatır; aşk, dağı kum gibi ezer, eritir.

Aşk, gökyüzünü çatlatır, yüzlerce yarık açar; aşk, sebepsiz yeryüzünü titretir.

Temiz aşk, Muhammed’le eşti. Allah aşk yüzünden ona “Sen olmasaydın...” dedi.

Hasılı o, aşkta tekti. Onun için Allah, peygamberler içinden O’nu seçti.

Gönüllerin dönüşünü aşktan bil. Aşk olmasaydı dünya, donar kalırdı.

Bu dünya pazarında sermaye altındır; o dünyada ise aşk ve iki ıslak göz.

Zahirî güzelliğe ait bulunan aşklar da aşk değildir; onlar sonunda bir utanç vesilesi olur.

En güzel olan Allah aşkından başka ne varsa can çekişmeden ibarettir...

Âşıklık, gönül iniltisinden belli olur; gönül derdi gibi bir dert yoktur.

Âşığın hastalığı diğerlerinden farklıdır; aşk, Hak sırlarının üsturlâbıdır.

Âşıklar ferahlık kadehini, sevgililerin eliyle öldürüldükleri zaman içerler.

Dirhem vermek cömert kişiye lâyıktır. Can vermek de esasen âşığın vergisidir.

Âşık, aşk diyarında ne söylerse söylesin, ağzından aşk kokusu duyulur.

Âşıkların varlıkla işi yoktur; âşıklar, kârlarını sermayesiz elde ederler.

Âşıklar, yoklukta çadır kurarlar; onlar, yokluk gibi bir renktedirler, bir tek ruhları vardır onların!

Âşıklara sevgilinin güzelliği müderristir; defterleri, dersleri, meşkleri de onun yüzü!

Aşk, âşıkların vücudunu inceltir, zayıflatır; sevgililerin vücutlarınıysa güzelleştirir.

Âşık, başını verince akıl kalır mı gayri? Her şey helâk bulur, yalnız O’nun hakikati kalır.

Kul, daima elbise, vergi diler; âşığın elbisesi ise daima sevgilinin cemâlidir.

Şeytan bile âşık olsa topu çeler; bir Cebrâil kesilir, şeytanlığı ölür.

Aşk, kimseye niyazı ve ihtiyacı olmayan Allah’ın vasıflarındandır. Ondan başkasına âşık olmak, geçici bir hevestir.

Çünkü mecazi aşk, altınlarla bezenmiş bir güzelliktir. Görünüşü nurdur, fakat içi dumandır.

Nur gitti de dumanı meydana çıktı mı mecazi aşk, derhal soğur; donar kalır.

Her kimin yakası bir aşktan dolayı yırtılmışsa, o hırstan ve ayıptan tamamıyla temizlenmiştir.

Kimde aşk endişesi yoksa, o kanatsız kalmış bir kuş gibidir, vah ona!

Ey bizim sevdası güzel aşkımız; şad ol!..

Toprak beden, aşktan dolayı göklere çıktı; dağ (bile aşktan) oynamaya başladı, çevikleşti.

Yemyeşil aşk bağının sonu, ucu-bucağı yok; orada gamdan ve neşeden başka ne meyveler var!

Aşk dâvaya benzer; cefa çekmek de şahide. Şahidin yoksa dâvayı kazanamazsın ki!

Her ne kadar dille anlatmak aydınlatıcı ise de dile (gelmeyen) aşk, daha parlaktır.

Aşk seçkin erler için gemiye benzer. Gemiye binen kişinin bir âfete uğraması nâdirdir, çoğu zaman kurtulur.

Aşkın yüzlerce nazı, edâsı, ululuğu var. Aşk, yüzlerce nazla elde edilebilir.

Aşk vefakâr olduğu için vefakâr olanı satın alır. Vefasız adama bakmaz bile.

Aşkın beş yüz kanadı vardır. Her kanadı, arştan yer altına kadar bütün kâinatı kaplar.

Aşk, denizi bir çömlek gibi kaynatır; aşk, dağı kum gibi ezer, eritir.

Aşk, gökyüzünü çatlatır, yüzlerce yarık açar; aşk, sebepsiz yeryüzünü titretir.

Temiz aşk, Muhammed’le eşti. Allah aşk yüzünden ona “Sen olmasaydın...” dedi.

Hasılı o, aşkta tekti. Onun için Allah, peygamberler içinden O’nu seçti.

Gönüllerin dönüşünü aşktan bil. Aşk olmasaydı dünya, donar kalırdı.

Bu dünya pazarında sermaye altındır; o dünyada ise aşk ve iki ıslak göz.

Zahirî güzelliğe ait bulunan aşklar da aşk değildir; onlar sonunda bir utanç vesilesi olur.

En güzel olan Allah aşkından başka ne varsa can çekişmeden ibarettir...

Âşıklık, gönül iniltisinden belli olur; gönül derdi gibi bir dert yoktur.

Âşığın hastalığı diğerlerinden farklıdır; aşk, Hak sırlarının üsturlâbıdır.

Âşıklar ferahlık kadehini, sevgililerin eliyle öldürüldükleri zaman içerler.

Dirhem vermek cömert kişiye lâyıktır. Can vermek de esasen âşığın vergisidir.

Âşık, aşk diyarında ne söylerse söylesin, ağzından aşk kokusu duyulur.

Âşıkların varlıkla işi yoktur; âşıklar, kârlarını sermayesiz elde ederler.

Âşıklar, yoklukta çadır kurarlar; onlar, yokluk gibi bir renktedirler, bir tek ruhları vardır onların!

Âşıklara sevgilinin güzelliği müderristir; defterleri, dersleri, meşkleri de onun yüzü!

Aşk, âşıkların vücudunu inceltir, zayıflatır; sevgililerin vücutlarınıysa güzelleştirir.

Âşık, başını verince akıl kalır mı gayri? Her şey helâk bulur, yalnız O’nun hakikati kalır.

Kul, daima elbise, vergi diler; âşığın elbisesi ise daima sevgilinin cemâlidir.

Şeytan bile âşık olsa topu çeler; bir Cebrâil kesilir, şeytanlığı ölür.

Aşk, kimseye niyazı ve ihtiyacı olmayan Allah’ın vasıflarındandır. Ondan başkasına âşık olmak, geçici bir hevestir.

Çünkü mecazi aşk, altınlarla bezenmiş bir güzelliktir. Görünüşü nurdur, fakat içi dumandır.

Nur gitti de dumanı meydana çıktı mı mecazi aşk, derhal soğur; donar kalır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder